Son yıllarda herkesin dilindeydi: “Her şeyi konteynerleştirip Kubernetes’e taşıyalım.” Ancak operasyonel gerçekler ve maliyetler, birçok ekibi daha sade ve yönetilebilir mimarilere geri dönmeye yöneltiyor. Bu yazı EAK yaklaşımını ve sahadaki gözlemlerimizi özetler.
Kubernetes; ölçeklenebilirlik, self-healing ve container orkestrasyonu için müthiş. Fakat basit iş yüklerinde karmaşayı katlayabiliyor. Tek bir web servisi için bile Deployment, Service, Ingress, ConfigMap, Secret, PVC derken operasyon katmanı büyüyor; debug ve izleme zorlaşıyor.
Küçük/orta ekiplerde Kubernetes çoğu zaman:
Sonuç: 5–10 sunuculuk, 20–50 servislik yapılarda “fazla” gelebilir.
Birçok ekip daha az katmanlı, gözlemlenebilir ve doğrudan yönetilebilir modele dönüyor:
Proxmox Cluster (VM/LXC) Docker Compose veya Podman Nginx / Caddy (reverse proxy, TLS) Redis / PostgreSQL (yönetimli veya self-hosted) systemd servisleri (basit & stabil) Prometheus + Loki + Grafana (izleme & log) Ansible / Terraform (otomasyon)
Bu yaklaşım, “monolith + birkaç servis” ya da “az sayıda mikroservis” için idealdir.
Kilit soru: “Gerçekten binlerce node’luk bir cluster mı yönetiyoruz, yoksa birkaç çekirdek servis mi?” Çoğu zaman cevap ikincisi.
Kubernetes doğru problem için güçlü bir araçtır; ama her problem Kubernetes gerektirmez. EAK olarak gözlemimiz net: Sadeleşen sistem hızlanır, daha az maliyetle daha stabil çalışır.